Arzuhan Yalçındağ Röportajı 3
- Son Güncelleme: Perşembe, 10 Ocak 2013 16:26
- Cengiz EREN tarafından yazıldı.
- Gösterim: 3180
TÜSİAD Başkanı Yalçındağ VATAN'a konuştu.
Aydın Ayaydın
Bu haftaki konuğum TÜSİAD Başkanı Arzuhan Doğan Yalçındağ...
Başbakan Yardımcısı Ali Babacan başkanlığında Konya’da yapılacak Ekonomik Konsey Bölge Toplantısı’na TÜSİAD Başkanı Arzuhan Yalçındağ’ın da davetli olduğunu öğrenince acaba Arzuhan Hanım’la Konya’da başlayıp Bodrum’da bitecek bir röportaj yapabilir miyim diye düşündüm. Kendisini arayıp teklifimi yaptım. “Evet” yanıtını alınca gazetemizin başarılı foto muhabiri İlker Akgüngör’ü arayıp ertesi sabah Yeşilköy’de saat 08.30 da buluşmak üzere randevulaştık.
Arzuhan Hanım’la bizi Konya’ya götürecek uçağa bindik. TÜSİAD Başkanı kemerini bağladıktan sonra tedirgin tavırlarla etrafı süzmeye ve içinden dua etmeye başladı. Anladım ki kendisinin uçak korkusu var. Ben de yatıştırmak için “Hiç korkmayın, uçak gayet güzel; kaldı ki hiçbir uçak havada kalmaz” deyiverdim. Arzuhan Hanım gözlerini kapayıp dualarına devam etti.
Konya’ya kadar bol bol sohbet ettik. Arzuhan Hanım’ın duaları ile sağ salim Konya’ya indik.
Ekonomik Konsey Toplantısı’nın ardından, kendisiyle İstanbul’a aynı uçakla geri döndüm. İstanbul’a inince de, “Arzuhan Hanım son bir talebim olabilir mi? Benim yaz boyunca röportajlarımın ana çerçevesi Bodrum’u kapsıyor. Rica etsem hafta sonunda sizinle Bodrum’da buluşup her iki oğlunuz ve eşiniz Mehmet Ali Yalçındağ’ın da yer aldığı birkaç kare fotoğrafla röportaja devam edebilir miyiz?” diye sordum.
Arzuhan Hanım şaşırdı: “Aydın Bey ne diyorsunuz. Bir gün boyunca uçak da dahil sizin sorularınıza cevap verdim. Bu yetmedi, bir de hafta sonunu ve Bodrum’u da mı katmak istiyorsunuz” dedi. “Ne yapalım röportajın konsepti böyle” dedim. 10 dakika süren bir pazarlıktan sonra isteğimi kabul etti. Cumartesi günü Bodrum Kempinski Hotel Barbaros Bay’da buluşmak üzere ayrıldık.
TÜSİAD Başkanı Arzuhan Doğan Yalçındağ
Medya patronu hiçbir zaman olmadım gazetecilik başka vasıflar gerektiriyor
Arzuhan Hanım, siz hem bir iş kadını hem TÜSİAD Başkanı hem de bir annesiniz. Bu tanımlamaların hangisi sizi daha çok mutlu ediyor?
Aydın Bey bu da sorulur mu, tabii ki annelik bir yana dünya bir yana... Benim için tüm kimliklerimin üzerinde anneliğim gelir.
Kendinizi üç kelime ile tanımlar mısınız desem, bu üç kelime ne olur?
Çalışkan, duygusal ve cesurum.
Çocuklarınıza hayatla ilgili neler öneriyorsunuz?
Hayatı yaşamaktan korkmamalarını, tüm renklerini görerek ve içlerine sindirerek yaşamalarını tavsiye ediyorum. Her zaman kendilerine güvenmelerini ve kendilerine inanmalarını söylüyorum.
Çocuklarınızdan biraz bahseder misiniz?
İkiside pırlanta... Bizi hiç üzmüyorlar. Eğitimlerina dikkat ediyorlar. Eskiden birbirleri ile çok kavga ederlerdi. Son bir yıldır daha çok birbirlerine kenetlendiler. Onlara tek öğüdüm: “Hiç kimseye ve hiçbir şeye güvenmeyin. Sadece kendinize güvenin. Ayaklarınızın üzerinde durmasını öğrenin.” Büyük oğlum Doğan daha ağırbaşlı. Küçük oğlum Alihan daha heyecanlı. Ortak yönleri oldukça fazla.
İş kadınlığınızı ve medya patronu olmanızı nasıl yorumluyorsunuz?
Ben medya patronu değilim ve hiçbir zaman da olmadım. TÜSİAD Başkanlığı’mdan önce Doğan TV İcra Kurulu Başkanı’ydım, daha doğrusu Genel Müdürü’ydüm. Bu görev de medya patronluğu anlamına gelmiyor. Evet, gazeteleri ve yayın organları olan bir holdingin hissedarıyım ama gazetecilik, yayıncılık belli vasıflar ve başka bir motivasyon gerektiriyor. İş insanlığı, girişimcilik ise bambaşka vasıflar istiyor. Ben kendimi ikinci grupta görüyorum. Yayıncılık, daha doğrusu gazetecilik ile medya şirketi yönetmek birbirinden farklı işler. Sağlık sektöründe her yatırım yapanın nasıl başhekim olması beklenmiyorsa gazete sahibi olan bir iş adamının da gazeteci olması gerektiğini düşünmüyorum. Bunu doğru da bulmuyorum.
TEGV Gecesi 23.02.2009, Arzuhan Yalçındağ-Sertap Erener düet
Bizim evde başkanlık sistemi var ama kuvvetler ayrımı da iyi işliyor
TÜSİAD Başkanısınız. Evde siz mi yoksa eşiniz Mehmet Ali Yalçındağ mı “Başkan”?
Bizim evde başkanlık sistemi var ama kuvvetler ayrımı da iyi işliyor. Bazen Mehmet Ali önerir ben onay makamı olurum, bazen ben öneririm o onay makamı olur, bazen de çocukları aşamayız. İşin şakası bir yana kararları Mehmet Ali ile müştereken alıyoruz. Evde iş bölümü var. Çocukların sorumlulukları ve eğitimi çoğunlukla bana ait. Zaten artık ikisi de olgun birer genç oldu. Çocuk değiller. Hem renkli ve eğlenceliler hem de sorumluluklarının bilincindeler. Mehmet Ali de çocukların eğitimini yakından takip eder. Evdeki her türlü kararı ailece konuşarak alırız.
Eşiniz Mehmet Ali Bey’i biraz anlatır mısınız?
Mehmet Ali ile her şeyden önce iyi arkadaşız. İyi bir eş ve iyi bir baba. Bana göre Doğan Grubu da çok şanslı. Doğan Yayın Holding’in kurulmasında ve bu noktaya gelmesinde Mehmet Ali’nin çok büyük katkısı vardır.
Hem medyada hem TÜSİAD’ta aynı anda etkin bir yönetici olmak bana göre de çeşitliliğe zarar verir, son 30 ayı bu bilinç ve duyarlılıkla yaşadım
TÜSİAD Başkanlığı teklif edildiğinde danıştığınız kişiler oldu mu?
TÜSİAD Başkanlığı teklifini değerlendirirken önce ailemi ve çocuklarımı düşündüm. Onlara ayıracağım zamanın azalmasından endişe ettim. Ama bu cesareti göstermemin onlar açısından da iyi bir örnek teşkil edeceğine kanaat getirdim ve doğrusu öyle de oldu. Başkanlığı yapabilir miyim, yorulur muyum, acaba başarılı olabilir miyim diye hiç bocalamadım. Çünkü bu konularda kendime güveniyordum.
TÜSİAD Başkanı olduğunuzda, aynı zamanda Doğan Grubu’nun bir ferdi olmanızdan dolayı ‘tepki alırım’ diye hiç düşündünüz mü?
Doğan Grubu’ndan dolayı “Hem medya hem de TÜSİAD başkanlığı nasıl bir arada olur, doğru değil” diyenler başta çok oldu. Ama ben o konuda da çok rahattım. Doğan Grubu ile mesafemi koruyacağımı çok iyi biliyordum, çünkü zaten bende aksinin yanlış olduğunu düşünüyordum. Yayın kuruluşları yaptıkları yayınlar ile kamuoyu oluşturma, ülkenin kaderini belirleyecek ekonomik, sosyal ve siyasi birçok konuda fikir bildirme görevini yerine getiriyor. İşleri bu. Öte yandan, kuruluşunda dendiği gibi TÜSİAD “fikir fabrikası”... Türkiye’nin hemen hemen bütün konularında düşünen, çalışmalar yapan, görüş oluşturan ve görüşlerini kamuoyu ve ilgili merciler ile paylaşan, üstelik özgül ağırlığı çok yüksek, ülkemiz için çok önemli bir kuruluş. Sağlıklı demokrasi için medyanın ve sivil toplum örgütlerinin ne derece önemli olduğunu hepimiz biliyoruz. Ama asıl olan düşünsel çeşitlilik, toplumun farklı referans noktalarından gelen fikir ve önerilerle demokrasinin beslenmesidir. Durum böyle olunca hem medyada hem TÜSİAD gibi bir kurumda aynı anda etkin bir yönetici olmak bana göre de çeşitliliğe zarar verir.
Geçtiğimiz 30 ayı bu bilinçle ve bu duyarlılıkla yaşadım. Kamuoyunun bu hassasiyetimi algılayacağına inanıyordum. Nitekim öyle de oldu. Ama itiraf etmeliyim ki bu süreç hiç de kolay olmadı, pürüzsüz geçmedi. Ne kadar ilkeli davranırsanız davranın ön yargıları, iyi niyetli olmayan değerlendirmeleri engelleyemiyorsunuz. Ama artık birkaç bireye değil kamuoyunun genel sağduyusuna odaklanmayı öğrendim.
TÜSİAD Başkanı olduktan sonra hayatınızda neler değişti?
İşim tamamen TÜSİAD oldu. Türkiye’nin meselelerini çok daha kapsamlı görme fırsatı buldum. Anadolu’nun daha önce gitmediğim birçok şehrini gördüm. Medyaya haber kaynağı haline geldiğim için sektörü farklı bir açıdan yaşadım.
Polemik, kavga, gerginlikten beslenen bir kişi değilim
Aydın Doğan’ın kızı olmasanız ne yapmak isterdiniz?
Herhalde bu yaşımda bu kadar geniş imkanlara sahip olamazdım. Ama muhtemelen daha sakin ve daha az stresli bir yaşantım olurdu. İkinci neslin daha rahat imkanlar içinde doğup büyümek gibi bir şansı oluyor, ancak çoğu kez bunun getirdiği baskı ve stres uzaktan tahmin edilemeyecek kadar fazla oluyor. Dolayısıyla stres ve rekabetin daha az olduğu bir hayatı tercih ederdim.
Daha sakin bir yaşam dilerdiniz yani...
Enerji dolu bir insanım. Mutlaka üretmek isterim. Ama doğrusu, polemikleri, gerginlikleri ve kişisel çatışmaları sevmiyorum. Biliyorsunuz polemik, kavga, gerginlikten beslenen insan profilleri de var, ben onlardan değilim. Konuların çözümünde bu tarz yaklaşımları da zaman kaybı olarak görüyorum. Hâlâ şöyle romantik bir hayal içindeyim; çok çalışalım, çok üretelim ancak bunları uyum içerisinde yapalım. Enerjimizi yıkıcı ve kırıcı olmaya değil yapıcı olmaya yönlendirelim. Üretip, başarılı olup aynı zamanda sevdiklerimizle huzurlu ve sakin bir yaşam sürmenin mümkün olduğuna inanıyorum.
Başörtülü akrabalarım var, ama hiç türbanlı bir arkadaşım olmadı. Keşke olsaydı...
Hiç türbanlı arkadaşınız oldu mu? Öteki mahalle kavramına nasıl bakıyorsunuz?
Tanıdıklarım tabii var. Ailemde de başörtülü akrabalarım var. Ancak türbanlı bir arkadaşım olmadı. Keşke olsaydı. Bu ayrışmanın ülkeye zarar verdiğini düşünüyorum ve benimsemiyorum. Eğer ülkeyi mahallelere böleceksek, inanın ki mahalleden daha fazla sayıda mahalle çıkar ortaya. Öteki mahalle diyorsunuz ama sonuçta hepimiz aynı büyük mahalledeyiz. Her iki mahallede, kimileri birbirlerine değmeden yaşamak istese de bunun imkanı yok. Alınan birçok karar herkese değiyor. Nedir bu toleransızlık! “Benim bildiğim doğrudur, en iyisi budur” anlayışından kurtulamadan gelişmiş bir demokrasi olamayacağız.
Kürt sorununun çözümü en büyük isteğimiz
Kürt açılımı için ne düşünüyorsunuz, annelik siyaset tanımaz mı?
Aydın Bey gerçekten konuya en can alıcı noktasından yaklaştınız. Tabii ki de annelik siyaset tanımıyor. Ve insan hayatı söz konusu olunca her şey anlamsızlaşıyor. Kürt sorunun çözülmesi, bireysel hak ve özgürlüklerin güçlenmesi, yaşanan acıların dinmesi hepimizin en büyük isteği. Hem geçen hafta Sayın Ahmet Türk ile görüşmemiz hem de gelecek hafta Sayın İçişleri Bakanı ile yapacağımız görüşme konuya yönelik yapıcı yaklaşımımızın açık bir ifadesidir. Sorunun çözümünü hepimiz iyi niyet ve sabırsızlıkla istiyoruz. Türkiye daha ileri bir demokrasi yolunda ilerledikçe, birçok sorunu bu süreçte doğal olarak çözülecektir diye düşünüyorum.
TÜSİAD Başkanlığı ile hayatımdaki renkler azaldı yerini ağır ve ciddi sorumluluklar kapladı
TÜSİAD Başkanlığı hayatınızı nasıl etkiledi?
Sosyal hayatımız oldukça azaldı. Eş, dost ve arkadaşlarımızla eskiden olduğu kadar bir arada olamıyoruz çünkü hem çok yoruluyorum hem de seyahatlerim çok zaman aldığı için geri kalan vaktimi ailemle geçirmek istiyorum.
Hayatımdaki renkler azaldı. Bu renklerin yerini ağır ve ciddi sorumluluklar kapladı. Ancak henüz bu durumdan şikayetçi olduğumu söylesem yalan olur. Üstlendiğim görevi çok heyecan verici buluyor ve şevkle yapıyorum. Ama bunaldığım zamanlar da olmuyor değil. İşte o zaman bu dönemin geçici olduğunu bilmek de beni rahatlatıyor.
Sağlığınıza dikkat eder misiniz?
Maalesef sağlığıma yeterince dikkat edemiyorum.
Giyim kuşamınızda nelere özen gösteriyorsunuz?
Estetiği, ince zevki yansıtan güzellikleri severim ama marka takıntım hiçbir zaman olmadı. Doğrusu eskiden yenilikleri takip etmek hoşuma giderdi daha fazla zaman ayırabiliyordum. Ancak son bir iki senedir çok sıkıcı giyindiğimi düşünüyorum. Sadece rahatlığı ön plana alıyorum.
Sabahları hangi gazeteleri okursunuz?
Sabah kahvaltıdan hemen sonra eve gelen 12 gazeteye mutlaka göz atarım. Eskiye nazaran daha az köşe yazarı, fakat daha çok sayıda gazete okuyorum. Çünkü zamanım yetmiyor.
Görevim bitince acısını çıkartırcasına tatil yapacağım
Yeterince tatil yapıyor musunuz?
Hayır yapmıyorum. Bu görevim sona erince bugünlerin acısını çıkartırcasına uzun bir tatil yapmayı hayal ediyorum. Açık havada spor yapabilmek benim için en güzel tatil. Yani ya deniz, ya kayak ya da uzun yürüyüşler yapabileceğim tatiller. Bir de yelken yapmayı çok seviyorum. Küçük oğlum Alihan ile katamaranla açılmak büyük keyif. Aslında yelken de hayat gibi hem teknik bilginiz hem sezgileriniz güçlü olmalı. Tabii refleksleriniz de... Eğer zamanında yelkeni rüzgara doğru ayarlayamazsanız denizin ortasında öylece kalır yeni rüzgarın gelmesini beklersiniz.
Geçen sene ayağınızı kırdığınızı hatırlıyorum. Hatta kırık ayağınızla toplantılara katılıp konuşmalar yaptınız, zor olmadı mı?
Evet doğru gerçekten kötü bir kırıktı. Ama hayat devam ediyor, sorumluluklar devam ediyor. Ameliyattan 10 gün sonra YİK toplantısına giderken hiç tereddüt etmedim, başka türlü davranmak aklıma bile gelmedi. Aslında böyle zor durumlar olduğunda ne kadar güçlü bir insan olduğumu fark ediyorum.
İşime iyi konsantre oldum, çok zaman ayırdım ve keyif aldım
TÜSİAD Başkanlığı döneminizi nasıl buluyorsunuz?
Bir şeyde ilk olmak her zaman zordur. Ben de ilk kadın başkan olmanın zorluğu ile işe başladım. Tabii bir de biraz önce de konuştuğumuz gibi medyadan Doğan Grubu’ndan geliyor olmamın zorlukları vardı. Ama çok iyi konsantre oldum. Çok zaman ayırdım ve doğrusu keyif alarak şevkle yapıyorum görevimi. TÜSİAD’ın her kesimi mutlu etmesi mümkün değil. Kimi zaman bir kesim size kızarken bir başkası destekliyor, sonra başka bir konuda bir bakıyorsunuz üç gün önce sizin tam karşınızda olanlar bu konuda sizinle aynı fikirleri savunuyor. Toplumun TÜSİAD’dan beklentisi çok yüksek. Bu da derneğin başarısının bir göstergesi bence. Başkanlık dönemime gelince; kendi başkanlık dönemimi değerlendirmeyi doğru bulmuyorum. İsterseniz bunu kamuoyunun taktirine bırakalım.
Aile şirketlerinin sadece yüzde 20’si ikinci nesle geçebiliyor
Üç kardeşiniz daha var. Hepiniz çok iyi eğitimlisiniz. Aydın Bey’den sonra sizin kuşak ne yapar? İkinci kuşak holdingi devam mı ettirmeli yoksa herkes yoluna mı gitmeli?
Eğer kardeşler olarak söylediğiniz kadar akıllı ve eğitimliysek, babamızın kurduğu bu grubu çocuklarımıza, torunlarımıza taşıyabilmeliyiz. Aile işletmelerini yönetmek ve nesilden nesile geçirebilmek hiç kolay değil. Dünyada aile şirketlerinin sadece yüzde 20’si birinci nesilden ikinci nesle geçebiliyor. Üçüncü nesile ise sadece yüzde 20’nin yüzde 15’i geçebiliyor. Kurucu ile ikinci nesil arasında çok temel farklar var. Kurucu tek ve mutlak patron. İkinci nesil bir emaneti ileriye taşımak durumunda... Hele bir kişiden fazlaysa ikinci nesilde o zaman bir de birlikte yönetebilme becerisi işin içine giriyor. Burada başarıyı yakalayabilmek, şirketi bir bütün içinde tutup ileriye taşıyabilmek için ikinci neslin çok akılcı, olgun ve sağduyulu olması gerekiyor. Tabii bu geçişin tek bir reçetesi yok. Her ailenin kendine özgü bir yaklaşım benimseyip bir model geliştirmesi gerekiyor.
Türk filmlerinin hemen hemen hepsini seyrettim
En büyük korkum Sevdiklerimden uzak kalmak. Mehmet Ali, babam, annem, kardeşlerim ve dostlarım buna dahil. Yaptığım en büyük çılgınlık Galiba gereğinden fazla ağırbaşlıyım. Belki de ailenin ilk çocuğu olmamdan kaynaklanıyor. En büyük çılgınlığım Sertab Erener ile Eğitim Gönüllüleri gecesinde şarkı söylememdi.
En son okuduğum kitap Elif Şafak’ın “Aşk” romanı, okudum ve beğendim. Türk filmlerini de kaçırmamaya çalışıyorum. Hemen hemen hepsini izledim. Bir tek Nuri Ceylan’ın son filmini henüz göremedim. “Güz Sancısı”nı, Mahsun Kırmzıgül’ün “Güneşi Gördüm”ünü ve “Issız Adam”ı zevkle izledim. Bu yıl Oscarlı yabancı filmleri de izleyebildim. Benjamin Button’ın senaryosu çok orjinaldi.
Sabah 06.00-06.30 gibi kalkar yarım saat yürüyüş yaparım
İsminiz zaman zaman siyaset için de geçiyor. Böyle bir düşünceniz var mı?
Hayır siyaset yapmayı düşünmüyorum.
Güne nasıl başlar ve gün boyu ne yaparsınız?
Sabah 06.00-06.30’da kalkarım. Kış veya yaz fark etmez. Mümkün olduğu kadar yürüyüş bandında yarım saat yürüyüş yapmaya gayret ederim. Kahvaltı bizim aile için önemlidir. Herkesin çıkış saatine göre birlikte kahvaltı yaparız. Daha sonra TÜSİAD’daki veya holdingteki ofisime giderim, tabii seyahatim yoksa. Son 2-3 senedir bireysel çalışma yaptığım saatler de arttı, evde bir ofis oluşturdum kendime. Burada sakin bir şekilde okuyup yazma imkanı buluyorum.