Arzuhan Yalçındağ Devrim Sevimay Milliyet
- Son Güncelleme: Perşembe, 28 Haziran 2012 16:31
- Cengiz EREN tarafından yazıldı.
- Gösterim: 9113
Ajandamda hem Olli Rhen hem oğlumun sınavı vardı
Devrim Sevimay - Milliyet
Üç yıllık Arzuhan Doğan Yalçındağ dönemi sizce TÜSİAD’da nasıl bir iz bırakmış olacak; acaba en çok neyle anılıyor olacaksınız?
Benim döneminde üç konunun öne çıktığını söyleyebilirim. Birincisi, sürekli olarak yapısal reformların geciktiğini, bu reformlar yapılmazsa ülkenin rekabet gücünün yeterince artmayacağını, bunun da ekonomik sıkıntılar yaratacağını söyledik.
kincisi, AB sürecinin önceliğini devamlı vurguladık. Reformların aksamaması için uyarılarda bulunduk. Yavaşlama konusundaki kaygılarımızı belirttik.
Üçüncü önemle üzerinde durduğumuz konu da demokrasinin liberal niteliği oldu. Biz hep özgürlüğün önemine dikkat çekmek üzere liberal demokrasi kavramını vurguluyoruz. Bütün açılımlara bu gözle baktık ve destekledik.
Bunların dışında ise ben genelde uzlaşmacı bir karaktere sahip olduğumu düşünüyorum. Dolayısıyla başkanlığım süresince de bu tavrı ortaya koyma gayreti içinde oldum. Tartışmaları mümkün olduğunca sloganlarla değil, analitik bir yapıya oturtarak yapmak istedim. Sonuçta umarım bu gayretim üslupta da bir farklılık yaratmıştır.
Yani TÜSİAD’ın daha “yumuşak” veya daha “ılımlı” bir üslubu mu oldu?
Evet, çünkü Türkiye sertleşmelerden, bir araya gelip konuşamamaktan çok sıkıntı çekiyor. Konulara herkes sadece kendi penceresinden bakıyor. Milletçe empati kurmakta zorlanıyoruz. Ben sertleşmeden de bazı şeylerin yapılabileceğini gösterme gayreti içinde oldum. Ama şimdi size bunları söylerken hatırlıyorum da Sarkozy’ye “Patolojik vaka” dedik, MHP ile bir dönem karşılıklı hiç de ılımlı olmayan söylemler kullandık. Çok dikkatliydik derken birden aklıma bunlar da gelmiyor değil, fakat tüm bunlar o sırada gösterilmesi gereken tepkilerdi, biz de gerekeni yaptık.
TÜSİAD’ın böyle bir misyonu mu var; “tepki gösterme”, “itiraz etme”, “çıkış yapma”...
TÜSİAD bu açıklamaları yaparken çıkış yapmış olmak için yapmıyor. Doğruları söylerken bu doğal bir sonuç olarak ortaya çıkıyor. Az önce dediğim gibi “Mümkün olduğunca hoş bir üslup getirelim, o üslup çerçevesinde tartışalım” derken, ben bile kaç kere sert açıklamalar yapmak zorunda kaldım. Sert olalım diye değildi, ama bu sonuç bazen kaçınılmaz oluyor.
Yalnız sizin başkanlığınız da Türkiye’nin en hareketli dönemlerinden birine denk geldi, değil mi?
Türkiye’nin her dönemi için “zordu” denir, ama galiba çok azı bizim dönemimiz kadar hareketliydi. Düşünsenize, göreve 367 tartışmaları, Cumhuriyet mitingleriyle başlayıp, sonra e-muhtıra, genel seçim, cumhurbaşkanlığı seçimi, yerel seçimle devam edip, türban krizi, iki parti kapatma davası, Ergenekon süreci ve Kürt açılımıyla bitirdik. Bu arada da dünyada 1929’dan sonraki en büyük ekonomik buhranı yaşadık. Hakikaten bütün bunların üç yıla sığması enteresan bir rastlantı.
Tüm bu saydığınız olaylar karşısında sizce “konuşkan” bir başkan mı oldunuz, yoksa daha çok bir “izleyen” miydiniz?
Ne çok konuşkan, ne de sadece izleyen diyebilirim. Zaten TÜSİAD’da gelenekler çok gelişmiş. O gelenekler ve kamuoyunun beklentileri size ne zaman konuşmanız ne zaman izlemeniz gerektiği konusunda çok ipucu veriyor. Ayrıca çok iyi işleyen bir istişare mekanizması da mevcut. Yönetim kurulu olarak aniden günün çok erken veya geç saatlerinde toplandığımız zamanlar olmuştur.
Mesela 28 Nisan sabahı gibi mi?
Evet, üstelik 28 Nisan gününün bende bir başka anısı da vardır. O gün kardeşim Hanzade evleniyordu. Biz bütün yönetim kurulu sabah 9’da düğünün yapılacağı yerde, bir odada toplandık. Bütün gün süren bir değerlendirme toplantısı yaşandı ve sonunda açıklamamızı o gün akşamüstü yayımladık.
Ne demiştiniz?
Karşı çıkmıştık tabii. Bu dönemde hâlâ azar tonunda bir açıklama... Olacak iş değildi.
Biz MHP’yle de DTP’yle de görüştük
Sizin döneminizde hatırlanan en sert tartışmalardan biri MHP’yleydi galiba...
MHP’yle iki kere karşı karşıya geldik. Karşılıklı eleştirilerimiz oldu, ama MHP’yi uzun süre sonra ilk ziyaret eden TÜSİAD Yönetim Kurulu da bizimkiydi, biliyor musunuz?
Evet, yedi yıl aradan sonra ilk sizdiniz. Hem o, hem öbürü, o nasıl oldu peki?
O benim inandığım şey; diyalog. Tabii ki fikir ayrılıkları olacak. Bu doğal ve sağlıklı. Ama fikir ayrılıkları bir araya gelip konuşmanızı engellememeli. Hem herkesle diyalog içinde olacaksınız, hem de herkese eşit mesafede duracaksınız.
Peki şimdi geçen üç yıla bakıp “Herkese eşit mesafede durduk” diyor musunuz?
Yüzde yüz diyorum. En azından benim vicdanım rahat. Herkese eşit mesafede durmaya ve hep adil olmaya gayret ettim. Yedi sene sonra MHP’yi ziyaret eden ilk başkansınız dediniz ama kapatılan DTP’yi de ilk ziyaret eden de bizim yönetim kurulumuz oldu. Bizim yönetim kurulundan önce kimse gitmemişti. Üstelik biz gittiğimizde daha açılım başlamamıştı bile. Aynı şekilde, yeni bir anayasanın tartışıldığı süreçte bütün sendika başkanlarını tek tek ziyaret ettim, gelin birlikte bu sürece destek verelim dedim.
Galiba en akılda kalanı da 1 Mayıs’taki saldırılardan sonra DİSK’e destek vermeniz oldu.
Evet, aslında hatırlayacaksınız, Van 100. yıl Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Yücel Aşkın hapse girdi ve Mustafa Koç onunla ilgili bir açıklama yaptı. Tepki çekince de Süleyman Çelebi bize destek çıktı. O zaman oradan başlayan aramızda bir yumuşama vardı. Sonra ben DİSK’i ziyarete gittim, 1 Mayıs’taki olaylardan sonra da destek verdim.
Peki ya AK Parti; onunla diyalog kapınız ne kadar açıktı, olması gerektiği kadardı diyebilir misiniz?
Diyalog kapımız her zaman açıktı. Çünkü öncelikle onlar icraattaydı, hükümet onlardı. Devamlı yakın çalıştık, ama doğrusu daha da yakın çalışmalıydık. Özellikle Sayın Başbakan’la daha yakın çalışabilirdik.
Kimin tercihi oldu daha yakın çalışmamak?
Bilemiyorum. TÜSİAD hükümetin özellikle ilk yıllarındaki icraatlarına çok destek verdi. Ben de Sayın Başbakan’ın ve hükümetin birçok politikasını doğru bulduğum için kendimce çok destekledim.
Sonra ne oldu? Ne girdi aranıza? Başbakan mı size mesafeli durdu?
Araya bir şey girme meselesi değil bence. Belki TÜSİAD’ın öncelikleriyle hükümet politikaları arasındaki mesafe açıldı demek en doğrusu. TÜSİAD için biliyorsunuz AB süreci, ekonomik reformlar çok önemliydi, hâlâ çok önemli. Ama 2007 sonrasında bu konular hükümetin gündeminde önceliğini yitirdi. Muhtemelen bu gündem farklılığı daha yakın çalışmamıza engel oldu. Ümit ediyorum ki bu dönem yeniden gündemler örtüşmeye başlar.
En önemli iz “Hımmm, iyiymiş” dedirtmekti
CHP’yle en ters düştüğünüz meselenin cumhurbaşkanlığı seçimi olduğunu hatırlıyoruz, ama asıl sizin bir CHP ziyaretinden çıkışınız vardı, onu hiç unutmuyoruz. (Gülüyor) Onu ben de hatırlıyorum. En iyi hatırladığım anım. Peki siz nasıl hatırlıyorsunuz, size neyi çağrıştırıyor? Ama ne olur açık kalplilikle söyleyin. Biraz heyecanlı mıydınız?
Biraz olur mu, çok heyecanlıydım. Öyle bir basın toplantısı beklemiyorduk ki. Ziyaret bitti, Sayın Baykal bizi yolcu ediyor diye birlikte çıkıyorduk ki bir baktım karşımda iki kürsü. Şok geçirdik tabii. Yüzme bilmeden denize atlamak gibi bir şey. Bir an kaçsam gitsem mi acaba dedim.
Ne kadar olmuştu siz başkan olalı?
İki ay olmuştu ve bu ilk ziyaretimdi.
Aslında çok heyecanlı birine de benzemiyorsunuz?
Fazla heyecanlı değilimdir, ama çok titiz ve detaycıyımdır. Kurumu ilgilendiren bir açıklama yapılacaksa şimdi burada olduğu gibi rahat davranmam. Her şeyi çalışırım, herkese danışırım ve kılı kırk yararım.
Siz TÜSİAD’ın ilk kadın yönetim kurulu başkanı oldunuz; acaba en azından ilk sıralar, özellikle de TÜSİAD’ın kıdemlilerinden “Bakalım ne yapacak” bakışlarını hissettiniz mi?
Hissetmez miyim, ilk seçildiğim andan itibaren “Bu kız da nereden çıktı?”, “Ne yapacak şimdi?”, “Ne işi var bu kızcağızın burada” bakışlarını çok hissettim tabii. Yaşlılardan da gençlerden de hep hissettim. Ama inanın hiç garipsemedim, hatta çok doğal karşıladım. O mütereddit enerjiyi aldığım insanlara hep tebessüm ettim, çünkü “bir görelim bakalım” demelerini çok olağan buldum. Önemli olan bir süre sonra “Bizi yanılttı, çok başarılı oldu” demiş olmaları.
Dediler mi?
Dediler tabii.
Demeyen kalmış mıdır?
Mutlaka kalmıştır, ama o kadar önemli değil, çünkü üyelerimizden de kamuoyundan da hemen her yerden çok ciddi destek aldım. Zaten çok desteklendiğimi hissetmesem iki dönem o işi yapmam için deli olmam lazım, o kadar stresliydi ki...
Ama şimdi düşünüyorum da, hani en başta “Nasıl bir iz bırakmış olacaksınız” diye sormuştunuz ya, belki de en önemli iz bu aslında. İlk geldiğinde bir kadın başkan için “Bu kız da nedir böyle” diyenlerin sonra “Bravo çok başarılıymış” demeleri.
Doğan Holding Yönetim Kurulu Başkanı Yalçındağ ile evinde görüştük...
"NEGATİF AYRIMCILIK YAPMAK ZORUNDA KALDIM"
TÜSİAD Başkanı olmak mutlaka “ne” olmayı da gerektiriyor; çok liberal olmayı mı, sürekli dünya gündemini takip etmeyi mi veya “bir olay olsa da ben hemen bir açıklama yapsam” ruh halini mi; en çok hangisini?
Bir kere ülkenizi ve dünyayı iyi tanıyacaksınız, çok iyi takip edeceksiniz. Yakın geçmişle içinde bulunduğunuz konjonktürü doğru ve tarafsız bilgilerle, analiz edeceksiniz.
İkincisi taraf olmayacaksınız, her zaman doğruyu söyleyeceksiniz. Bu da çok önemli, çünkü eğer her seferinde doğru bildiğinizi, doğru zamanda, tarafsız ve bağımsız olarak söylerseniz bir sonraki seferde yine bir şey söylemek zorunda kaldığınızda kredibiliteniz oluyor. Ve bence TÜSİAD’ın toplumdaki itibarı da buradan geliyor; çok objektif davranıyor olabilmesinden, doğrulara, bilgiye dayanarak konuşuyor olmasından...
Peki hiç mi tarafsız olmakta zorlandığınız anlar olmadı?
Hiç zorlanmadım, çünkü TÜSİAD’da bir altı ay geçirdikten sonra baktım ki, meğerse o güne kadar ülkemi daha çok kalbimle seviyormuşum, duygularımla, reflekslerimle seviyormuşum. Oysa altı aydan sonra daha çok akılla, sağduyuyla, daha çok bilgiye dayalı sevmeye başladım. Tarafsızlık da böyle gelişiyor zaten. İlk gösterilen refleksin her zaman da doğru olmadığını gördüm. İnanın, o koltuğa oturduktan kısa bir süre sonra bunu anlıyorsunuz.
Elbette herkesin iyi veya kötü kendine daha yakın hissettiği bir siyasi görüşü olabilir veya belli dönemlerde farklı görüşlerde yer alabilir, ama tüm bunlardan sıyrılıp salt önünüze gelen hangi konuysa, tamamen o konuya objektif ve tarafsız bakabilmek; dediğim bu. Ben Türkiye’de bu tip bir tarafsızlık anlayışının çok önemli bir ihtiyaç olduğuna inanıyorum, çünkü maalesef bugün düşünen, yazan, çizen entelektüellerimizin dahi çok azının objektif değerlendirmeler yaptığını düşünüyorum. Herkesin bir tarafı, herkesin bir bagajı ve herkesin önceden savuna geldiği bazı fikirleri var. Önlerine hangi konu gelirse gelsin bütün değerlendirmelerini hep yine o aynı pencereden yapıyorlar.
Vergi cezası konusu? Bir TÜSİAD Başkanı’nın başına gelebilecek en büyük kaza bu mudur? Başkan olduğu dönemde rekor bir vergi cezasına çarptırılmak...
Sadece bir TÜSİAD Başkanı’nın değil, bir insanın başına gelebilecek en kötü şeylerden biri, böyle büyük bir haksızlığa maruz kalmak. Kimseyi Allah bu derece büyük bir haksızlığa maruz bırakmasın. Çünkü hem çok büyük bir haksızlıkla karşı karşıyasınız hem de bir şey gelmiyor elinizden. Getirdiği bütün riskleri, yönetim zorluklarını bir kenara koyun, sadece başlı başına adalet duygunuzun sarsılması bile çok kötü.
"TÜSİAD’DA ASKER ARKADAŞLIĞI YAPTIK"
TÜSİAD Başkanlığı oturması cesaret isteyen bir koltuk mu?
Yüzde yüz, cesur değilseniz yapamazsınız.
Niye?
Çünkü birçok farklı görüşe, sadece hükümete de değil, birçok farklı görüşe karşı görüş beyan ediyorsunuz. Orada oturup görüş beyan etmeden de başkanlık yapamıyorsunuz. Mecbursunuz, konjonktür, beklentiler, TÜSİAD’ın kurumsal geçmişi sizi buna itiyor. Ve siz her görüş beyan ettiğinizde farklı bir başka görüşü karşınıza almış oluyorsunuz. Cesaret olmadan bu yapılabilir mi?
Peki TÜSİAD sizce de hükümet düşürecek kadar güçlü bir kurum mu?
Ecevit hükümetinin düşmesini TÜSİAD’a bağlamak ne kadar doğru bilemiyorum. Bunu bir şehir efsanesi haline getirmek yanlış. Ama TÜSİAD tabii ki güçlü bir kurum. Gücü sadece Türk iş dünyasının en büyük temsil örgütü olmasından gelmiyor, her zaman doğruları, tarafsızca söylemesinden geliyor.
Yani sadece “patronlar kulübü” diye güçlü değil mi diyorsunuz?
Tabii ki değil, akademik dürüstlüğü, geçmişi ve kredibilitesinden dolayı güçlü.
Sizce Ümit Boyner’in işi zor mu?
Bütün TÜSİAD başkanlarının işi zor, Ümit’inki daha fazla zor değil.
“Asla yapma Ümit” diyeceğiniz bir şey var mı?
“Asla polemiğe girme” desem faydasız çünkü girmek zorunda kalabilir. Ben çok dikkat etmeme rağmen ben de girdim.
Başkanlığınız süresince en çok desteği kimden aldınız?
Eşimden ve babamdan ve yönetim kurulu arkadaşlarımdan.
Kadın bir TÜSİAD Başkanı’nın mesela nasıl bir farkı olmuş olabilir?
Mesela Anadolu’yu defalarca dolaştım, 25 defa yurtdışına ciddi seyahatler yaptım, fakat hemen tüm ziyaretlerimi hep akşam dönmek üzere planladım.
Seyahatlerle ilgili en büyük pazarlığım buydu; “Gideriz, ama akşam eve döneceğiz.” Ve hep ajandamda çocukların sınav tarihleri, tatilleri kırmızıyla yazılıydı. Benim için “kırmızı günler” her zaman çocuklarıma aitti.
Mesela “Olli Rehn’le randevu”, hemen altında da “Alihan’ın matematik sınavı” mı yazıyordu?
Aynen böyleydi ajandam ve sanırım TÜSİAD da hiç tanık olmadığı bir ajandaya tanık oldu bu sayede. Ama benim bu hallerimi hep çok sempatiyle, olgunlukla karşıladılar, çünkü iki oğlum da üniversite giriş sürecini benim başkanlığım döneminde yaşadı.
Her şeye rağmen TÜSİAD’ı bırakırken bir burukluk var mı?
Çalışma odamı, arkadaşlarımı, Leyla Hanım’ı, Nuran Hanım’ı ve bütün yönetim kurulunu tabii ki çok seviyorum, birlikte çalışmaktan büyük keyif aldım. Hepsini çok da özleyeceğim. Özellikle yönetim kuruluyla o kadar çok anı biriktirdik ki, hepsiyle askerlik arkadaşı gibi olduk.
Zaten siz bakmayın bana, ben çok duygusalımdır. Doğan TV’den ayrılıp TÜSİAD’a gelirken de çalışma arkadaşlarımı her gün göremeyeceğim diye ağlamıştım. Şimdi de aynısı olacak biliyorum. Aslında yine çok önemli başka bir misyonum var. Ailem var, işim var, tamamen onlara odaklanmış durumdayım.
Dolayısıyla 21’i akşamı “Oh be, bitti” mi diyeceksiniz?
Kesinlikle, geride bırakmış olmanın verdiği müthiş bir hafiflik olacak.
Bence zaten hiçbir TÜSİAD Başkanı da tersini dememiştir.