Köpek, Aristo, Fuzuli, Boksör, Dostoyevski, Sokrates, Üstün Dokmen
- Son Güncelleme: Çarşamba, 18 Nisan 2012 17:38
- Cengiz EREN tarafından yazıldı.
- Gösterim: 9990
KGD 2005 Sayısı Röportaj İncelemesi
Röportaj “ Çocukken hayali arkadaşlarımla oynardım” başlığı ile verilmiş. Kişisel Gelişim dergisinin Nisan 2005 sayısında Arzu Yağmurlu’nun Üstün Dökmen söyleşisi. Çok satan kitaplar listesinde uzun zaman birinci sırada yer almış “Küçük Şeyler” kitabının da yazarı.
Röportajlar önemli. Zira kişi hakkında bilmediğimiz bilgileri öğrenebiliyoruz. Biraz da rahat konuşulduğu için röportajı veren kişi hakkında önemli ipuçlarına ulaşmak mümkün.
“Tek çocuktum ve daha çok yalnız oynardım. Hayali arkadaşlarım vardı ve annemle birlikte onları konuştururduk” Daha çok yalnız oynardım ile anlatılmak istenen sokakta arkadaşları olmadığı olsa gerek. Anne ile hayali arkadaşları konuşturmak güzel olsa gerek ama gerçeklikten biraz uzaklaştırabilir mi, kişiyi? Bunu bilmiyorum. İlerleyen noktalarda bunu göreceğiz.
“Yaşama pozitif bakan birisiyim. Sanırım benim farklılığım buradan kaynaklanıyor. Yani bu benim yapım, mesleğimin getirdiği bir vasıf değil” . Yaşama pozitif bakmak gerçekten güzel ama bu özelliğin farklılık olarak gösterilmesi herhalde diğer kişisel gelişimciler ile kıyaslanması için aktarılıyor. Bu benim yapım denmesi bu konuda çalışan bir kişi için pek doğru olmasa gerek. Zira değişimin olamayacağına dair bir bilgiyi de aktarıyor, farkına olmadan. Star’ın geçmiş dönem reklamında olduğu gibi “ Star olunmaz, star doğulur”un bir başka anlatımına benzetilebilir mi? Sonraki cümlede ise “Bu hep pozitif olduğum anlamına gelmez ve herkes gibi kavga da edebilirim ve kimse ile küs kalmak istemem” cümleri ve yukarıdaki cümleler arasında bir anlam kargaşası yaşanıyor gibi.
“Daha çok yalnız oynadığınız için hayal gücünüz gelişiyor. Ben kütüphane raflarını boşaltır, ip gerer, perde yapar, tiyatro dekoru kurardım.” Okul olmadığında annemle birlikte hayali kedim, köpeğim ve kargalarımla konuşurdum. Annem kendi hayal gücü ve sezgileri ile spontan tiyatro yapar, espriler üretirdi. Köpeğimiz beyefendi, kedimiz ise fitne fücürdü.” Bu cümleler çok özel alanlar olduğu için yorum yapmayı gereksiz görüyorum. Yalnızlığın hayal gücünü geliştirmesi ise insanları yalnızlığa itecek bir önerme dizisi.
“Tiyatroyu beş yaşında Erzurum’da gördüm ve etkilendim. Daha okuma yazma bilmeden yazar olmaya karar verdim.” Cümleleri de dış dünyadan alınan bilgilerin ne kadar etkili olduğunu gösteren bir örnek.
Annesinin söylediği sözlerin etkili olduğunu ifade eden kişi “Oğlum, direkt olarak sanatla uğraşma, önce bilim alanında mesafe kaydet, sonra sanatla uğraşırsın”. Böylece güvendiği kişilerin dış önermelerine açık olduğunu da ifade ediyor. Ama bunun sadece güvendiği kişilerde değil başka içeriklerde de devam ettiğini görüyoruz. Annesinin söylediklerini doğrulamak için Fuzuli’nin “ İlimsiz şiir, temelsiz duvara benzer. Ona itibar edilmez”. İlim ve şiir arasındaki bağlantıyı temel ve duvar arasındaki bağlantıyı gösteren ilk cümle sonunda, ikinci cümlede yıkılır gibi beklenirken, itibar edilmez ile ilginç bir anlam değişikliği yaratılıyor. Bu ise Fuzuli’nin gelişmişliğini gösteren bir yapı.
“Kim söylerse söylesin, ister bir uzman, ister bir marangoz, eğer aklıma yatarsa, ona uyarım.” İşte bu cümle dış önermelere ne kadar açık olduğuna dair önemli bir nokta. Annesinin önermelerine açık olan kişi diğer önermelere de açık hale gelebiliyor farkında olmadan. Uzman ve marangoz neden söylenmiş olabilir. Marangoz yerine, oto tamircisi, badana ustası, boyacı değil de marangoz denmiştir, üzerinde biraz durmak gerekiyor. Büyük bir olasılıkla röportajın verildiği tarihle, marangozluk işi yaptırmak arasında bir bağlantı olmalı. Bunun ise kendisine sorulması gerekiyor.
Röportajın önemli bir kısmı daha geliyor. “Anlamadan sevgi olmaz, gelişmez. Anlarsanız zaten seversiniz. Bunun için önce empati kurmak gerekir. Mesela benim bir köpeğim var. Onu çok seviyorum, ona çok güveniyorum. Ama yolda gördüğü kemikleri ağzına alıyor. Bundan hiç hoşlanmıyorum. Kocaman bir çoban köpeği. Ağzını açıyor, kemiği alıp atıyorum. Normalde böyle güçlü bir köpeğin ağzına elinizi sokamazsınız, ısırır sizi. Ama o bana güveniyor, izin veriyor bende ona güveniyorum hiç korkmuyorum.” Sevgi anlatılırken insan ve köpek arasındaki ilişki anlatılması gerçekten ilginç. Zira aslında anlatılan insan-insan arasındaki sevgi olsa gerek. Bu gerçek mi yoksa metaforik bir anlatım mı bunu bilmek mümkün eğil. Sevgi için hoşlanma ve karşılıklı güven olması gerektiğini anlatan cümleler, bir kişisel gelişimci için gerçekten üzücü olsa gerek. Bana göre keşke annesi ile ilişkisini örnek verebilse idi, başka bir insanla sevgi örneği yok ise.
“Herkes zamanla yaptığı işten sıkılıyor” cümlesi Üstün Dökmen’in yaptığı işten artık sıkıldığını anlatıyor olsa gerek. Yalnız bu cümleyi herkes ile söyleyerek bunu genele yayması, başkalarının da kendisi gibi düşünmesini istediğinden olsa gerek.
“Dostoyevski’nin çok büyük sıkıntıları vardır. Hep mutsuzdur. İç dünyası çok kötüdür.Hep suçluluk duygusu içindedir. Kafası sürekli bunlarla doludur. Ama Suç ve Ceza’yı yazmıştır. Çok mutlu, mesut, rahat olsaydı yazamazdı.” Bu cümleler de oldukça önemli. Dostoyevski hakkında kişisel bilgileri di”li geçmiş zamanla anlatan bu cümleler, Dostoyevski çağında yaşamayan biri için ilginç. Yapılan küçük bir yanlışlık olduğunu düşünüyorum. Üstün Dökmen farkında olmadan gerçeği değiştiriyor ve Suç ve Ceza’daki Raskolnikov karakterinin Dostoyevski’yi aynen yansıttığını ifade ediyor. O zaman korku romanı yazan birinin, korkularının, çocuk romanı yazan birinin çocukluğunun yaşanmadığını ifade edebiliriz. Küçük Şeyler kitabının yazılması ise küçük şeylerle yetinmeyi anlatıyor olabilir, bu düşünce sistematiğinde. Ancak daha da ileri giderek mutsuzluğun, suçluluk duygusunun ve en önemlisi rahat olamamanın kişiyi sanatçı yaptığını ve acı çekilmesi gerektiğini önermesi ise kendisinin inandıklarına başkalarının da inanmasını istediğini gösteriyor.
“Diyelim içinizde büyük bir öfke var. Çok iyi boksör veya boks antrenörü olabilirsiniz ya da bir boksörün hayatını yazabilirsiniz. İçinizdeki öfkeyi herkesin yararlanacağı şekilde boşaltmış olursunuz.” Öfke, boks, boks antrenörlüğü ve yazarlık arasındaki bağlantıları anlatan bu cümle bir başka yanılgıyı daha gösteriyor. Öfke boşaltma ne şekilde olması gerektiğini gösteren bu cümleler, öfkeyi yönetmek konusunda ve daha da ileri giderek öfkeyi yaratan nedenlerin yokedilmesi konusunda hiçbir bilgi aktarımını içermiyor., belki de kendisinde bu konuda bir bilgi de olmayabilir. Mike Tyson belki de içindeki öfke yüzünden boksör ve dünya şampiyonu olduğu halde, öfkesini yokedememiş olacak ki, uzun yıllar hapishane de yatmak zorunda kaldı. Daha da ileri kişisel gelişim açısından eksikleri olanların kişisel gelişimci, utangaç olan birinin konuşmacı olmaması gibi şeylerde bu sistematik içinde kolaylıkla söylenebilir.
“Benim, Doğan Cüceloğlu’nuni Acar Baltaş’ın, Stephen Covey’in kitapları okunsun ama kişisel gelişim denince sadece kişisel gelişim kitapları kastediliyor. Bu doğru değil. Kişisel gelişim sadece kişisel gelişim kitapları okuyarak olmaz.” Bu cümlede söylenen doğrular var gibi görünse de kendisinin ve kendisine yakın gördüğü insanların kitaplarının okunmasını da istiyor olması, uzun zaman bir numarada olan kitabı olsa bile bunun de kendisine yetmediğini de gösteriyor. Doğan Cüceloğlu, Acar Baltaş ve kendisi arasındaki ilişkinin derecesini de gösteriyor, bu cümleler.. Halbuki gelişimin olabilmesi için yapmak ve hareket etmek gerekiyor. Edilgen bir yapıda seyrederek bir şeyler öğrenebilmek ve gelişebilmek pek de mümkün olmasa gerek.
“Aristo’ya göre tiyatronun ana işlevi boşalmadır. Bir trajediye gittiniz. Üzüldünüz. Kendi hatalarınızı görür gelişirsiniz.” Bu cümlenin ne kadarı Aristo’nun ne kadarı Üstün Dökmen’in olduğu bilinmemektedir. Ama öfke konusunda “boşaltmak” fiilini kullanan kişi bu cümlede de “boşalmak” fiilinin olması bana oldukça ilginç geliyor. Üzülmek, hataları görmek ve gelişmek arasındaki bağlantılar ise bilgi aktarımı yaptığı insanların neden gelişemediği hakkında bir bilgi verebilir. Hata yapın, üzülün, sonra fark edin, yine üzüldünüz, sonra gelişirsiniz, gibi bir sistematik, gelişmek için hata yapmak ve acı çekmek gerektiğini de vurguluyor.
Bugüne odaklanmak, anı yaşamak ile ilgili soruya Sokrates’in hayatının son anlarından örnek vermesi de dikkatle incelenmesi gerekiyor. “ Sokrates’te anı yaşamak fikri vardır. Baldıran zehri içip, kendini öldürmeyi düşündüğü günlerde bir öğrencisi yanına gelir. Elinde değişik bir saz vardır. Bu sazın nasıl çalındığını öğrenmek ister. Ölmek istediğini bilen öğrencisi der ki: “Hocam öğreteyim ama sazı çalıp, hiçbir zaman keyfini alamayacaksınız.Buna vaktimiz olmayacak.” Sokrates, “Biliyorum. Ben sadece öğrenme keyfi için sordum”.der. Ölmeden bir şey daha öğrenmek istiyor. Kendisinin bilmediği şeyleri duyduğunda o an mutlu olacak hoşuna gidecek çünkü. Ama hiçbir zaman konser veremeyecek. Ölmek üzere olan bir adam anı yaşıyor. Herkes bunu beceremez” Anı yaşamanın varoluşcu felsefe ile ortaya çıktığını ifade eden Üstün Dökmen, bunun nasıl yaşanacağı konusunda da Sokrates örneğini anlatıyor. An şimdiki gibi değil Sokrates gibi yaşanmalı demek istiyor. İntihar edecek bir insanın ölmeden önce bile öğrenme keyfini yaşamak istediği anlatılmaya çalışılırken tehlikeli bir yolu seçmiş olduğu, belki bu yorumu okunduğunda kendisi tarafında da farkına varılabilir. Baldıran zehri, intihar, öğrenmek, keyif almak oldukça karmaşık düşünceler içinde olduğunu gösteriyor, bu cümleyi söyleyen kişinin.
“Bugün bile iki kişiyle konuşurken çok rahat değilimdir.”“Ama yakın arkadaşlarımla iletişimim iyidir. Ancak yeni tanıştığım biriyle bir iş görüşmesi ya da başka bir konuda olsun rahat olamıyorum.” Bu cümleleri iletişim, gelişim, empati gibi konularda bilgi aktaran biri açısından oldukça ilginç. Bu cümlelerdeki yorumu da size bırakıyorum.
Bu söyleşiye bakıldığında kısa cümleler görüyoruz. Kısa cümlelerle birlikte verilen örnekler pek de olumlu değil, köpek var, öfke var, intihar var. Daha çok duygusal temsil sistemleri kullanılırken, görsel ve işitsel temsil sistemlerini de bulabilmek mümkün. Ancak bu söyleşinin insanı hüzünlendirmesi, geçmişte yaşadıklarından, yalnızlıklardan, acılardan, rahat olamamasından üstümüze dökülen hüzün olsa gerek.
Cengiz Eren
17/10/2005