Yatılı Olmak,
- Son Güncelleme: Çarşamba, 25 Eylül 2013 13:27
- Cengiz EREN tarafından yazıldı.
- Gösterim: 5010
Eğer herhangi bir konuda yatılı hale gelmişseniz yaratıcılık süreci doğal olarak engellenecek, zihinsel sınırlar ötelenemeyecektir.
Siz hangi konuda yatılı olmuş durumdasınız? Bunun üzerinde düşünmek daha farklı sonuçları ortaya çıkarabilir.
Yatılı okulun insan hayatında önemli bir yeri olduğunu Ayşe Arman'a verdiğim röportajda ifade etmiştim. Özellikle çok küçük yaşlarda yatılı okula verilen çocukların hayatlarında önemli yeri olduğu bir gerçek. Yatılı okula teslim edilen çocuk ne yapar? Evinde annesi ve babası ile otururken, kendine ait bir şeyleri varken, birden bir yatağın üzerinde, çelik dolapların ranzaların olduğu büyük bir salonda ayaklarını sallayarak oturur. Tek başınadır. Akşam karanlığı yavaş yavaş çökmek üzeredir. Yatakhaneye başkaları da gelip yatak seçmektedirler. Eylül akşamı olduğu için serin, yataklar kullanılmadığı için nemlidir. Ve çocuk ilk kez yalnızlığın ne olduğunu kavramaktadır, ve tabii ki korkmaktadır.
Okulun bir gün sonda başlayacak olması ne kadar heyecanlı ise, geçirilen ilk gece o kadar korkuludur. Sabah olur ve okul başlar ve günler ardı ardına geçer, dostluklar arkadaşlıklar gelişir. Arkadaşları arasında sivrilmiş ve onları yönetir hale gelmiş ise bu gelecekteki hayatı için de kaynaktır. Okul dışındaki dünya çok da düşünülmemeye başlar.
BBG evine kapatılan yarışmacıların 3 gün sonra dışarıda bir hayat olduğunu unuttukları gibi, yatılı öğrenciler için de okul ve yatakhane ve arkadaşlar dışında bir hayatın varlığı arasıra hatırlanır. O da dışarı birkaç saatliğine çıkıldığında veya evci olarak eve gidildiğinde. Eve gidildiğinde ise yatılı okul alışma süreci tamamlandığında okul özlenmeye başlanır. Aileden aile düzeninden kopmanın da sonuçlandığını gösterir bu durum.
Aileden kopmanın belirli bir zaman sonra ve kişinin kendi isteği ile olması ile, küçük yaşta bu kopmanın yaşanması arasında tabii ki dağlar kadar fark olsa gerektir.
Küçük bir çocuğun neden yatılı okula gönderildiği de dikkatli olarak incelenmesi gerekir. Maddi zorluklar, gönderilmek istenen okulun yatılı olma zorunluluğu, kazanılan sınav, evde aile fertleri arasındaki çatışmalar ve bunun gibi bir çok neden olabilir.
Bianet sitesinde yazan Şadiye Dönümcü hanımın yazdıklarını şöyle bir inceleyelim.
"10-11 yaşlarındaki bir çocuğun 1300 kişilik bir okulda kendini yalnız hissetmesi gerekirdi belki ama ilkokulda aynı sınıfta okuduğum iki arkadaşımla birlikte olmak bana güç vermiş olmalı."
O yaştaki bir çocuğun ders çalışma, ödev yapma, öz bakımını yapma sorumluluğunu yerine getirmesi elbette kolay değildi.
Bir madeni dolabı iki arkadaşımla daha paylaşmak, yatağımı-dolabı düzenli tutmak, çamaşırlarımı yıkamak, harçlığımı idareli kullanmak, 53 kişilik bir yatakhanede uyumak, sabah 6'da uyan(dırıl)mak, uykun olmadığı halde gece 10'da yatmak, yemekhanede kuyruğa girmek, sevmediğin yemekleri -başka şansın olmadığı için- tüketmek, alışkın olmadığın yemekleri tüketmek, şekeri kendinden menkul çayımtrak su eşliğinde Amerikan yardımı peynirli, gül reçelli-sana yağlı kahvaltıya talim etmek, bir kitabı 2-3 kişiyle ortak kullanmak, canın istemediği halde etütlerde zorla ders çalışmak bile keyifliydi. Kahvaltıda çorba çıktığında kantinin yolunu tutardık.
İdarenin sigara konusundaki faşizan baskıyı alt eder, neredeyse tümümüz sigara içerdik.
6 yıllık yatılı okulluluk yaşamıma ilişkin olarak hatırladığım olumsuz iki şey var. Biri ; "yüksek yüksek tepelere" türküsünü söyleyen Mako sayesinde koca yatakhanede cem'an ağlamamız, diğeri de lojmanlarda gelen sucuk, patates ve sebze kızartması kokuları. Yatılı okulun bana kazandırdığı en kötü alışkanlık; lokmaları çiğnemeden yutmak yani hızlı yemek.
Çünkü insan her yaşta ana kuzusu. 11 yaşlarındaki bir çocuğun kendiyle, ailesizliğiyle, 'tek başına'lığıyla mücadele etmesi, verilen çok yönlü desteğe rağmen hayatını idame ettirebilmesi elbette çok kolay değildi.
Çünkü yatılı okul; disiplin demek. Gönüllü - bazen de gönülsüz- girilen hapisane demek. Yuva sıcaklığından uzak olmak demek. Bir sürü güzellikten, alışkanlıktan yoksun olmak demek.
Yukarıda yazılanlara bakıldığında yazıda genel olarak anlatılanlar dışında bir eksik var gibi görünmektedir. Tabii ki yatılı okumak insan yararlı olabilir. Tek başına kalmayı, kendi sorunlarını çözmeyi, karar vermeyi, risk almayı, otorite ile çatışmayı ve otoriteyi bir şekilde açmayı sağlayabilir.
Aslında gerçekten incelenmesi gereken küçük yaşta yatılı okuyan çocukların büyüdüklerinde hayatları nasıl etkileniyor? Gerçekten incelenmesi gereken bu olsa gerek. Ya okul sonrasında yaptıkları bir işte de yatılı kalmaya devam ediyor ve değişime direniyorlarsa?
Sahnede yatılı olanlar, gazetede yatılı olanlar, köşede yatılı olanlar, televizyonda yatılı olanlar, çalıştığı fabrikada yatılı olanlar, yönettikleri şirkette yatılı olanlar, kıtasında yatılı olanlar, karakolunda yatılı olanlar kimler acaba? Bunlar üzerinde araştırma yapıldığında çok sayıda örnek bulunabileceğine eminim.
BU konuda en önemli örnek Yurttaş Kane filminin anlattıkları. Bir vakıf tarafından çok küçük yaşta evinden koparılan Kane daha sonra inanılmaz şeyler yapar. 24.000 tirajlı gazeteyi 600.000'e çıkarır, başkan adayı olur. Ancak seçkin karısından ayrılıp bir şarkıcı ile evlenir, ona opera binası yaptırır. En sonunda da Xanadu şatosunu yapar ve karısı ile birlikte yaşamaya başlar. Karısı onu terk eder. Filmde Rosebud'ın ne olduğu araştırılır. Elindeki kardan küreyi düşürür ve Rosebud diyerek ölür. Deposunda birlerce sanat eseri bulunan şatoda ocağa bir kızak atılır, üzerinde Rosebud yazmaktadır. Bu evden alınmadan önce karlı bir günde oynadığı kızaktır. Geçmiş aranmaktadır. Filmin başında baba oğlu göndermek istemese de anne çocuğunu teslim eder ve yatılı okula gönderir.
Bu filmde yatılı okuyanların çok başarılı olabileceğini, büyük işler yapabileceğini ancak sevgi boşluğu ve terkedilmişliğin hiçbir şekilde doldurulamayacağına dair bir bilgi de var bu filmde. bir başka önemli nokta da Rosebud'ın argoda kullanımı ile filmin anlattığı söylenen Randolph Hearst'ün karısının cinsel organını çağrıştırması, Orson Welles'in aforoz edilmesini de sağlamasıdır. Böylece Orson Welles'in Hollywood hayatı bu film sonrasında engelli koşuya dönüşecektir. Bugün bile seyredildiğinde hem görsel ve hem de anlatım olarak değerli bulunan Yurttaş Kane filmi bir başyapıt olma değerini korumaktadır ve yatılı bir insanın hayatını anlatması ile de konumuzla ilgilidir.
Yatılı olmak sadece yatılı okulda okumayı anlatmak yerine bir kavram olarak değerlendirildiğinde daha doğru noktalara bizi ulaştırabilecektir. Kendi evi dışında uyumak yatılı olmak sonucunu ortaya çıkarabilir. Bu anlamda okul olduğu gibi, askerlik yaparken geçirilen günler yatılı bir süreçtir. Hastanede uzun süre kalmak daaynı sonuçlara yol açabilir. Sürekli olarak sevgilisinin evinde kalan kişi de farkında olmadan yatılı sürece geçecektir. Lojmanlarda yaşayan ve arasıra da olsa başka lojmanlara yer değiştiren insanlarda yatılı sürece geçmektedirler.
Japon iş kültüründe de bir şirkette çalışan bir kişinin evinden uzakta çalışma zorunluluğu da yatılılık kültürü ile ilgilidir. Yatılı süreci yaşayan kişiler iş hayatında ve özel hayatlarında yatılı oldukları süreci devam ettirmekte ve sadece üzerinde çalıştıkları düşündükleri konu ne ise ona yoğunlaşabilmektedirler. Düşündükleri veya çalıştıkları konu dışında başka hiçbirşey akıllarına gelmemektedir. Bu ise değişimi ve değişim sürecini engelleyen sürecin ta kendisidir. Sınırlar çok sert ve uzun süreli olarak kurulduğu için bu sınırlardan kurtulmak bazen silahla intihar, bir başka içerikte uyuşturucu kullanımı veya içki içerek kurtulacağını düşünerek bunları yapmaya başlayabilir ve bunlarda yeni ve daha sert sınırları oluşturabilir.
Sanatçı sahne dışında bir hayat olduğunu fark edemezken, köşe yazarı köşesinde yazdıkları dışında bir hayatı düşünememekte, televizyoncu "hayatımın sonuna kadar program"yapacağım şeklinde söylemleri , çalışan ise "mezara kadar" aynı hızda çalışmayı kelimelendirebilmektedir. Bunlar zihinde oluşan sert sınırların göstergesi sayılabilir.
Bu anlamda bazı cemaatlerin okulları ve kuran kurslarının küçük yaşlarda çocukları kabul etmesi net olarak anlaşılabilir. Ne kadar küçük yaşta yatılı okutur ve dış dünyadan kopartırsanız, kişinin oluşacak sınırlardan kurtulabilmesi mümkün olmayacak ve kendisine aktarılan ne ise ona bağımlı hale gelecektir. Yabancı dilde eğitim yapan yatılı okullarla, askeri okullarda aslında aynı kategoride sayılmalıdır.
Böylece sadece kendisi gibi olanlarla iletişim kurmaya çalışan kişilerin hayata çıktıklarında da kendi görüşünde olmayanlarla iletişim kurmayacakları ve sorun yaşamaları görülebilecek sonuçlardandır. Bu anlamda yatılı olmak kavramı sadece yatılı okulda okumaktan çok öte bir anlamı da kavramaktadır. Eğer herhangi bir konuda yatılı hale gelmişseniz yaratıcılık süreci doğal olarak engellenecek, zihinsel sınırlar ötelenemeyecektir. Siz hangi konuda yatılı olmuş durumdasınız? Bunun üzerinde düşünmek daha farklı sonuçları ortaya çıkarabilir.(CE/EÜ)