Yılmaz Özdil Ayşe Arman Röportaj ve Kishileaks yorumları
- Son Güncelleme: Pazartesi, 26 Kasım 2012 15:08
- Cengiz EREN tarafından yazıldı.
- Gösterim: 5720
Ayşe Arman röportajları önemli. Zira sorduğu sorularla ve aldığı cevaplarla aslında kamuoyuna röportaj yaptığı kişiler hakkında düşündüğünden daha önemli bilgiler aktarıyor.
Bu sitede Ayşe Arman'ın yazdığı diğer röportajları da zaman içerisinde inceleyeceğiz.. Yılmaz Özdil ile yaptığı röportaj da bu anlamda önemli. Yılmaz Özdil, dobra konuşan, verilen her görevi iyi yapmaya çalışan ve köşe yazarlarını sevmeyen biri. Gazetelerde köşe yazarlarının fazla olduğunu düşünüyor. Röportajda çok önemli bir cümlesi var. "Benim iki sürekli okurum vardır, patron ve yayın yönetmeni". Yazıda bu cümlenin ve röportaja akan bilgilerin ne kadar zengin olduğunu göreceksiniz. Röportaj Tarihi 19 Ağustos 2007
Ayşe Arman'ın Yılmaz Özdil ile yaptığı röportajları okuyunca ortaya ilginç sonuçlar çıkıyor. Gazeteciliği bir iş olarak gören köşe yazarlarının yaptığı işi önemsemeyen ama köşe yazarı olan, Eyüp Can'ın sözleri ile "Güzel yazıyor ama ilkokul 4-5 düzeyinde yazıyor" dediği yazar Yılmaz Özdil.
Son dönemin televizyon ve gazetedeki Star'ı olarak görünen Yılmaz Özdil'i incelemek bu anlamda ilginç olacak.
Babasının, Dinç Bilgin'in babasının şoförü olmasından dolayı basınla tanışması küçük yaşta başlıyor. Basın içindeki entrikaları, kuyu kazmaları küçük yaştan itibaren görmüş durumda. ÖSS Puanının Basın Yayın Yüksek okuluna yetmesinden dolayı
okuluna da gidiyor ve babasının zoru ile de Yeni Asır'da çalışmaya başlıyor.
Bu anlamda tam bir görev adamı. Babası "Gazeteci ol" diyor; oluyor, Umur Talu "İstanbul'a gel" diyor; gidiyor, Cem Uzan gazete çıkarmak istiyor, Fatih Çekirge "Gel" diyor; gidiyor, Turgay Ciner "köşe yaz" diyor; yazıyor, "ATV'yi yönet" diyor; yönetiyor.
Şimdilerde ise Uğur Dündar ile Star Anahaber'i hazırlıyor ve Hürriyet'te Bekir Çoşkun'un yerinde köşe yazıyor.
İlginç nokta ise çalıştığı patronların sahip olduklarını kaybetmesi. Dinç Bilgin Sabah ve ATV'yi, Cem Uzan Star TV ve Star gazetesini, Turgay Ciner Sabah ve ATV'yi kaybediyor, çalıştığı dönemlerde veya bu dönemlerden kısa bir süre sonra.
Halk içinden geldiği için halkı ve halkın nasıl düşündüğünü biliyor ve tanıyor. Başarısının altında bu saklı. Ancak artık halkın içinde olmadığı için bu bilgilerde de bir zayıflama olmuş olabilir mi?
Babası ile gurur duyuyor olması aslında kendisinin de bir anlamda şoför olmasını sağlıyor ama daha değişik bir boyutta. Babası hangi araba olursa olsun kullanırken, o da kendisine medyada hangi görev verilirse verilsin yapıyor. Bu anlamda tam bir "görev adamı" diyebiliriz. Çocukluktan beri elde ettiği kaynaklar bu görevler sırasında da en önemli yardımcısı oluyor.
Başarıyı her içerikte bu kadar kolay yaşayan biri için ilk başarısızlık, ciddi bir sarsıntı yaratabilir.
Söylemlerine bakıldığında, söylemleri de hayli sert ve ilginç.
Çocukluğu hakkında söyledikleri sertliğini ve sınır tanımazlığını açıklıyor. Parmak kırması da maç içindeki "kazanma" hırsını.
"Çok haylazdım. Mahallede ev de yaktım, futbol maçında parmak da kırdım."
Basından ayrılmak isteyip istemediği sorulduğunda verdiği cevap bundan sonra da basından kopamayacağının bir göstergesi.
"Demez miyim? Çok dedim ama artık bulaşmıştım."
İstemesinin mümkün olmadığını ise "Ne görev verildiyse onu iyi yapmaya çalıştım." cümlesinde açıklanıyor. Kendisinin bir şeyi isteyebilmesi kolay değil, hele kendisi için.
Milliyet'e geçmesi ise "O sırada Milliyet'in genel yayın müdürü Umur Talu'ydu. İstanbul'a gelmek ister misin, diye sordu. Şartlar da iyiydi." cümlesi ile açıklanıyor. Bu noktadan itibaren İstanbul'da basın dünyasında parlayan bir yıldız olacaktır.
Milliyet Gazetesinde Ufuk Güldemir ile birlikte çalışması farkında olmasa da ona çok şeyler kazandıracaktır.
Ancak Ufuk Güldemir'in Milliyet'ten ayrılması, HaberTürk sitesi ve Televizyonunu kurması ve daha sonra da kansere yakalanması ve vefat etmesi de bu dönemler içinde sayılabilir. Ufuk Güldemir ayrıldığında Milliyet'te kalan Yılmaz Özdil, Fatih Çekirge Star Gazetesinden ayrıldığında onunla birlikte ayrılacaktır. Aşağıdaki cümleler içinde "kitabımda yoktu" yapmadım cümlesi ile çelişki ortaya çıkaran bir durum gibi görünüyor.
"Sabahçılar, Ateş diye yeni bir gazete çıkardılar, oraya gittim, çok da keyifliydim,", "Tam o sırada Star Gazetesi çıkıyordu, ben de oraya gittim.", "Önce Fatih Çekirge istifa etti, benim kalmamı istediler, kitabımda yoktu yapmadım.", Kenan Sönmez, ""Fotomaç Gazetesini yapar mısın?" dedi.", "Sonra Turgay Ciner, ATV haberin başına gelmemi istedi."
Bu cümleler Yılmaz Özdil'e iyi bir teklif yapıldığında kolaylıkla dış önermeleri kabul ettiğini gösteriyor.
Gazeteciler hakkındaki düşünceleri ise çok sert "Gazetecilerin önemli bir bölümü, zavallı insanlardan oluşuyor."
Aziz nesin "Türk insanının %60'ı aptaldır" demesi gibi bir cümle. Gazeteciliği küçük yaşlardan beri tanıyan bir kişinin bu cümleleri, acaba bir gözlem sonucu mu? yoksa bir önyargı mı? Gazeteciliği iş olarak gördüğünü de anlatıyor.
"Ve ben yaptığım işin ticari bir iş olduğunu hiç unutmadım.". Yaptığı işe bu şekilde bakmak ona tarafsız bakış sağlasa da kendini hissedemediği bir ortamda çalışması, ben sizden değilim ama başarılı olduğum için bana bu işler teklif edildi, demek
istiyor olabilir.
"Gazete, dünyada ekmekten daha kısa ömürlü tek ürün." Gazetenin ömür olarak ekmek ile kıyaslanması, yaptığı işi sevmediğini de gösteriyor. Zira gazete her ne kadar kısa ömürlü bir ürün olsa da, gazete içinde yazılanlar tarihe geçiyor. Yenen ekmek ise
en fazla sekiz on saat içinde vücuttan dışarı atılıyor. Köşe yazılarının da kısa cümlelerle yazılıyor olması da bunu gösteriyor.
Ancak gazeteyi ve yazının gücünü, geleceğe etkilerini düşünmüyor olması, aklına o günün çağrışımları ile çok fazla uğraşmadan yazmasını sağlıyor ve yazdıkları çok okunuyorsa, bunun sadece bir sebebi Hürriyet gazetesi ve 3.ncü sayfa da olmasından
başka bir şey olmasa gerek. Geçmişte çok okunan ve aynı yerde yazan Bekir Coşkun'un Habertürk ve sonrasında Cumhuriyet'te tiraj artışı sağlayamamış olması, Hürriyet'in gücünün göstergesi.
Bu şekilde baktığı gazeteye "Bir gün yine gazete yapacak olsam Hürriyet'e benzemeyen bir şey yapmak isterim." diyerek, gelecekte ne yapmak istediğine dair bilgi de aktarıyor. Zira bir gazetenin beş milyon satabileceğine dair bir inancı olduğunu
da röportajdan öğreniyoruz. Alt mesaj günde beş milyon gazete satmak isteyenler bana gelsin mesajı olarak algılanabilir.
"Bir gün spora futbolla alakalı bir yazı yazdım. Turgay Ciner okumuş, dedi ki "Sen, yazı yaz!" "İyi" dedim ben de..."
Patrondan gelen her önermeyi kabul eden yapısını burada bir kez daha görüyoruz. Dinç Bilgin'in babasının, kendi babasına "Çeşmeye gidelim" demesi ile Turgay Ciner'in "Sen yazı yaz" demesi arasında bir fark olmadığını da görüyoruz.
Uzun köşe yazısı yazan yazarları için "Tabii bu onların ne kadar yeteneksiz olduklarını gösteriyor." söylemi düşüncelerini aktarıyor ama köşesi büyük olan yazarlar buna bir tepki gösteremiyorlar herhalde. Ya da üstlerine alınmıyorlar.
Patronlar ve yayın yönetmenin gücünü kabul ettiğini ve yazılarını kimin için yazdığını "Ve benim iki sürekli okurum vardır: Patron ve yayın yönetmeni. Aksini söyleyen yalan söyler. Yani ben istediğim kadar ayak oyunu yapayım, istediğim kadar takla atmaya çalışayım, neticede o köşeyi veren, alır... " cümleleri ile anlatıyor. Patron okuduğunda yazı güzel olmuş diye düşünüyorsa, işlem tamam demektir. Ancak Eyüp Can'ın "ilkokul 4-5 düzeyinde yazıyor" demesi, Yılmaz Özdil'in patronlara nasıl baktığını da anlatıyor olabilir. Kısa cümleler ve kısa yazılar, fazlaca boş aralıklarla oluşturulmuş, büyük bir köşe.
Bu röportajda Ayşe Arman'a mesajlar var.
Köşe yazmaya başlayınca neyi fark ettiniz?
- Köşe yazarlarının kendilerini ne kadar önemsediklerini...
Peki zaman içinde markalaşan yazar yok mu?
- Ben öyle düşünmüyorum. Dükkan onun...
Yine de önemli olduğunu düşünen yazarlar yok mu?
- Onları orada tutmak hata...
Bu sorularla Ayşe Arman kendi köşe yazarlığını ve Yılmaz Özdil'in köşe yazarlarına bakışını öğrenmeye çalışırken aldığı cevaplar, hiç de beklediği gibi olmuyor. Köşe yazarlarının boş bir işle uğraştığını düşünen Yılmaz Özdil'in köşe yazması köşeye sıkıştığını da gösteriyor. Yılmaz Özdil bir gazeteye yayın yönetmeni olursa, köşe yazarlarının işi çok zor hale gelecek ve işlerinden olacaklar.
Böylece Yılmaz Özdil'in kendisini İstanbul'da yaşadığı halde, İzmirli olduğunu, ancak artık İstanbuldan kopamayacağını, köşe yazarı olmasına rağmen, diğer köşe yazarlarını değil, habercileri daha çok sevdiğini, halkı tanıdığı için patron adına halka
istediğini vererek gazetenin daha çok satılmasını sağlamaya çalıştığını anlayabiliriz.
Müjdat Gezen Vakfında açılacak Televizyon okulu ile ilgili olarak yazdığı 28 Aralık 2010'da yazdığı yazının son paragrafı da ilginç. Yılmaz Özdil'in gelecekte nasıl bir iş yapmak istediğini de gösteriyor.
"“Haber”i bana ayırdıkları için, hadi bi de haber vereyim sizlere: Ücret almadan hizmet vereceğimiz bu okul, şimdilik okul...
Bildiğin televizyon kanalı olarak yayına başlayacak, azzz sonra!"