Bir Anadolu Şövalyesi : Sakıp Sabancı
- Son Güncelleme: Pazar, 23 Eylül 2012 17:23
- Cengiz EREN tarafından yazıldı.
- Gösterim: 8714
Saat 8.45 civarı idi Cumartesi sabahı uyandığımda. Penceremin önündeki kavak ağacının yaprakları yeşil kahverengi arası renkleri ile parladığı bir gün başlıyordu. Bahar kendisini yeniden hissettiriyordu ve doğa canlanıyordu. Ağaçların üzerinde bir tek yaprak bile kalmamıştı, bir önceki mevsimden.
Fakat nedenini bilmediğim bir duygu vardı sanki havada asılı duran ve bana da garip geliyordu bir cumartesi günü için. Televizyonun uzaktan kumandasına bastığımda ekran henüz kara iken duyduğum ses Sakıp Sabancı’nın vefat ettiğini bildiriyordu. Rahatsız olduğu haberleri uzunca bir süredir kulaklarımızda ve gözlerimizde olmasına rağmen böyle bir haber duyacağımıza inanmıyorduk. En azından ben inanmıyordum. Ama sabahın erken saatlerinde, 5.55’te vefat etmişti, Sakıp Sabancı. Tarih 10.4.2004’dü. Türkiye için bir devir daha kapanıyordu. Türkiye’nin son otuz yılında çok önemli görevler ve roller üstlenmişti.
Bizden biri gibi idi. Ekranda ve basında kendine has tarzı ve şivesi ile konuşmaları, gülüşleri beynimize çok derin olarak kaydolmuştu. Kendisini gördüğümüzde yabancılık çekmeden konuşabilmek mümkün oluyordu. Kayseri’de başlayan, Adana ve İstanbul’da devam eden hayatı ve tarihte önemli yeri olan kaleler ve kuleler şehri İstanbul’da, bir hastane odasında son buluyordu. Ardında inanılmaz büyüklükte bir kurumsal yapı ve ağlayan binlerce insan bırakmıştı.
Önemli bir kişi idi, hem ailesi, hem sahip olduğu kurum ve hem de Türk insanı için önemli bir kişi idi. Ailesi için sevgi dolu, kurumda çalıştırdığı insanlar için adil olduğu söylenirdi. Kamuoyuna aktardıkları ise tebessüm ettiriyor ve bilgi almamızı da sağlıyordu. Onu izlerken kendimizi iyi hissediyorduk. Çok az insanda rastlanabilen bir özellik olsa gerek.
Yaptıklarına gelince, babasının vefatından sonra devraldığı kurumu dünya standartlarında bile önemli bir büyüklüğe taşımış, Levent’teki iki dev kule ile başarısını bütün dünyanın görmesini sağlamıştı. Onu, önemli bir iş toplantısında, New York’te sergi açılışında, Cannes Film festivalinde veya bir paparazzi programında rastlayabiliyorduk. Hepsinde de bulunduğu yeri çok güzel dolduruyordu.
Uluslararası kurumlarla yaptığı ortaklıklar ve ara üretim malları üretme stratejisinin krizlerde dolu bir ülkede risklerini yaşamış ve son kullanıcıya ve müşteriye hizmet verebilmek için temel bir strateji değişikliğini de, bu devasa kurumda yapabilmişti. Kurumsal açıdan yaptığı çalışmalar kadar sosyal yardım ve eğitime katkıları da aynı hızda devam edecekti yaşadığı son ana kadar.
Herşey yolunda giderken sıkılan birkaç kurşun kardeşini ve dostlarını kaybetmesi sonucunu ortaya çıkarmış ve o günden sonra yaşama sevincinde azalma başlamıştı. Bunu kendisini gördüğümüzde hissedebiliyorduk. Ama o bağrına taş basıp hem çalışmaya, hem yardıma devam ediyor ve hayallerini gerçeğe dönüştürmeye çalışıyordu. Hayalleri ve geleceği planlaması sürekli devam ediyordu. Yeni ve iyi bir şeyler yapma isteği onun istediklerini geçekleştirmesini sağlıyordu.
Fehriye Erdal’ın Türkiye’ye getirilmesi hariç, bütün hesaplarını son zamanda gördüğünü düşünüyorum. Ancak yeni kitabını basına tanıtırken eskisi kadar neşeli değildi. Güvendiği, çok güvendiği ailesinde olan kişiler kendisini terketmişlerdi. Aile reisi olarak kendisine- belli etmese de- ağır gelmişti son yaşadıkları. Hüzün ve acının yaşandığı son dönemlerde bardağı taşıran son damlalardı.
Kayseri’de doğan ve bütün dünyanın tanıdığı Sakıp Sabancı artık yok. Pazartesi günü yapılacak cenaze törenine belki milyonlarca kişi katılacak. Birden fazla televizyon canlı yayınla bu töreni yerinden aynı anda yayınlayacaklar. Hıçkırıklar, gözyaşları, ağır bir hüzün töreni ve sonrasını kaplayacak. Kendisini sevmeyenlerin bile üzüleceği ender insanlardan biri Sakıp Sabancı artık olmayacak. Ve kendisini sevenler için ise zihinsel bir boşluk olacak. Amerikalıların beyninde 11 Eylül’de ikiz Kulelerin görüntüsüne ait yer boşaldı ve onlar çok büyük şaşkınlığa düştüler. Bizim beynimizde de Sakıp Sabancı’nın yeri benzer önemdeydi ve şaşkınlığımız uzunca bir müddet devam edecek gibi görünüyor.
Konuşması kendisine hastı, davranışları kendisine hastı, düşüncelerini ifade etmesi kendisine hastı ve arkadaşlığı ve dostluğu ben hiç bilmesem de, herhalde kendisine hastı. Anadolu’da varolan tarihi ve yerel kültürün bütün özelliklerini bağrında taşıyordu. Bir “Anadolu Şövalyesi” idi. Artık kendisinden olmasa bile, kitaplarından öğreneceğimiz çok şey var, kendisinin bize öğrettikleri dışında.
Yapılacak şey Sakıp Sabancı’yı kaynak olarak kullanmaya başlamak ve kendisine rahmet, kendimize ve ailesine başsağlığı dilemek. Sakıp Sabancı öldü mü?
Cengiz Eren 11 Nisan 2004