Jobs The Film
- Son Güncelleme: Pazartesi, 19 Ağustos 2013 16:16
- Cengiz EREN tarafından yazıldı.
- Gösterim: 3686
Steve Jobs'un vefatından sonra bir film çevrileceği haberi okuyunca heyecanlanmıştım. Vizyona girdiği ilk gün filme gittiğimde sinema dolu idi. Sadece ön sırada birkaç yer boş kalmıştı.
Film başladığında bulmayı düşündüğüm öğelerden bazılarının eksik kalacağını farkediyordum. Üniversite vardı, okul vardı, anne baba vardı, sevgili vardı, istenmeyen bir çocuk Lisa vardı, Apple'dan atılışı vardı, Amerikan semayesinin kar beklentisi ve acımasızlığı vardı, Jobs'un hırsı ve başarı odaklılığı vardı ama birşeyler eksik kalmıştı.
Microsoft'la kavgası vardı ama Google ve Samsung'la olan kavgası yoktu filmde ve bunlar önemli noktalardı.
Evlatlık verilmesi yoktu, gerçek annesi ve kardeşi yoktu, Pixar yoktu, Iphone ve Ipad yoktu, hastalığı yoktu ama Stanford Üniversitesi mezuniyet töreninden birkaç satır vardı. Bunlar etkili cümleler değildi ve filmin sonunda Apple'ın Amerika'nın sermaye piyayasındaki en büyük şirket olması vardı.
Daha önce Steve Jobs'un Stanford Üniversitesi'ndeki konuşmasının analizini yapmıştım. Hırslı, başarı odaklı ama Apple için çok şey yapıp kendisi için çok fazla şey yapamayan biri olduğunu ifade etmiştim. Üniversiteden ayrılması, kaligrafi derslerine devam etmesi, Apple adının nasıl verildiğini filmden öğrenebilirsiniz.
Yaratıcı bir zekası olduğu kesin. Ancak yaratıcı zekası olan insanlar büyük darbeler aldığında çok zarar görüyorlar, kendilerini koruyamadıkları için. Evlatlık olduğunu öğrenmesi önemli bir darbe idi, kendisi için. Garaja yeniden döndüğünde bunun henüz öğrenilmediğini anlıyoruz. Öncesi ve sonrasındaki acımasızlığı ise dikkate değer. Hesabı herzaman görse de bunun kendisini, kendi zihnini kirlettiğini görmememişti.
Yeniden Apple'ın başına geldiğinde kendisi de, acımasız sermayedarlar gibi düşünmeye başlamıştı.
Ya benimlesin, ya da yoksun şeklindeki yaklaşımı daha sonraki süreçte kendisini çok yoracaktı.
Garaj'dan devasa bir kurum yaratıp, bir çok sektörün yapısını değiştiren Steve Jobs istediklerini elde ettiği anda yaşama isteğini de kaybetmişti, belki de.
Çok başarılı olmak istenen bir sonuç. Ama çok başarılı olduğunuzda bile sorunlarınız devam edebilir. Toplumda başarının kutsallaştırılması böyle sonuçlara neden olabiliyor, kişiler önem vermedikleri sağlıklarını kaybedebiliyorlar.
Stanford konuşmasında bile, bu kızgınlığı, yeni mezunlara aktardığı bilgilerden görebiliyoruz. Müthiş bir ikna yeteneği, görülmeyeni görmek, geleceği şekillendirmek, müşterinin kalbini kazanmak, kendi tüketicisini yaratmak. Bu özellikler gerçekten çok önemli. Ancak yaşamak, keyif almak, eğlenmek, gülmek belki de eksik olan taraflarıydı.
Filmde karakterler benzer şekilde seçilmişti. Yürüyüş, davranış, konuşma da, yapıya uygundu. Ancak duygu yoktu. Özellikle de sevgiyi küçük yaştan itibaren alamamış bir çocukta dokunarak sevgi almak eksik kalmıştı. Bence Steve Jobs önce tuşlara, sonra da ekrana dokundurarak, çocukluğunda alamadığı sevgiyi almaya çalışıyordu, kullanıcılardan. Kullanılan ürünlerin sayısını düşünürseniz, eksik kalan sevgi boşluğunu da görebilirsiniz.
Duygularının açığa çıktığı tek sahne, garajdaki göz yaşları idi. Kapaklar tam da burada açılmış, sonra da kapanmıştı.
Bu hayat örneğinden alıncak ders ise, çok önemli şeyler yapabilirsiniz ama kendinizi hayatın merkezine koyamazsanız, elmadan sadece bir lokma yiyebilirsiniz.
Steve Jobs'un hayatının bir bölümünü anlatan bu film görülebilir. Ancak detayları siz tamamlayabilirsiniz.
http://www.erenlp.com/steve-jobs-stanford-konusmasi-ve-hazin-oykusu.html