Yanılsamalar ve Şahane Hatalar
- Son Güncelleme: Cumartesi, 26 Nisan 2014 13:11
- K.Y. tarafından yazıldı.
- Gösterim: 3011
İnsan bilgi edindikçe, bilgi çoğaldıkça yanılsama artıyor. Halk diliyle ifade edersek "Çok bilen çok yanılıyor.
" Bilgi ne kadar artarsa yanılsama da o kadar artıyor. Bilgiyle, bilgiye ulaşarak her şeyi doğru yaptığını, doğruyu bulduğunu sanıyorsun oysa bulduğundan daha fazla yanılıyorsun.
Bunları neden söylüyorum. Aziz Nesin'in "Mum Hala İki" kitabını henüz bitirdim, daha önce okumuştum beni çok etkilemişti bir kez daha okumak istedim. Kitapta yazarın kişisel hayatı ile ilgili eksik ve yanlış diye tanımladığı ama düzeltemediği çok çarpıcı detaylar var. Hayatındaki en dramatik şeylerden biri "sevgi" konusunda oluyor. Tanrı inancı farklı olduğu ve kendini avutamayan bir insan olduğu için yaşamını sevgi temeli üzerine kuruyor hep sevgi temeli üzerinden hareket ediyor. Sevginin olması gerektiği konusunda ısrarci ve öyle olacağını varsayıyor, sevginin yaşamında oluşması gerektiğini düşünüyor ama olmuyor.
Çünkü başka etkenler var, sevgisinin nasıl zarara doğru gittiğini görüyor, onun sevgiyle yaklaştığı insanlar ona menfaatle yaklaşıyor fakat sevgiye sarılmakta ısrar ediyor.Yaşamı sevgiyle değil de acıyla doluyor. Tam tersi netice alıyor. Fakat " Ben sevgiye sarıldım, yaşamımı sevgiyle anlamlandırıp memnun olacağımı düşünüyordum ama benim hayal ettiğim, düşündüğüm sevgi oluşmuyor.
İnsan ilişkileri menfaat ilişkileri, insanlara sevgiyle yaklaştım kötü netice aldım, devamlı hayal kırıklığı yaşadım, kıskançlıklara maruz kaldım, takdir edilmedim, yalnız kaldım diyemiyor. Hasta yatağındayken çok fazla şiir, yazı alıyor bütün bunlara cevap vermek durumunda hissediyor, sorumluluk hissinden dolayı bunlardan kurtulamıyor, bırakamıyor. Herkesin yapacağı işi tek başına üstleniyor. Sıkıyönetime dilekçe verilecek, imzayı sen ver deniyor, dilekçeyi tek başına verdiği için sıkıyönetimle karşı karşıya kalıyor. Normalde onu bir kişinin yapması belki de doğru değildi. Hem toplumsallaşıyor hem yalnız kalıyor. Bu arada kişisel yaşamı kaynıyor, ziyan oluyor, kurtaramıyor. Kendinden kendini koruyamıyor. Toplumdan zor kopardığı bir şeyi kullanırken tehlikeyi göremiyor hayatını adadığı işte kendini feda ediyor.
Toplum için çok güzel şeyler yaptı ama o güzel şeyler yaptıkça toplum onun yükünü hafifletip, koruyamadı. O da daha çok yoruldu daha çok sorumluluk aldı. Bunlar birbirine nasıl karıştı ? Bu bilinçli, irade gücünü kullanan, ideallerini yaşama geçiren bu insan, bunları nasıl yaptı ? Burda da insanın kişisel yaşamını koruyamamak, hiçe saymak gibi, zaaflardan oluşan bir durum ortaya çıkıyor.
İnsanların liderlik iddiasında, önderlik olayında veya kimsenin burnunu sokmaya cesaret edemediği işlere burnunu soktuğu durumlarda, diğer insanlar üstlerine düşen şeyleri yapmıyorlar, geride kalıyorlar. Önden gidenin üstüne de her zaman daha fazla yük düşüyor. Bunun örnekleri çok var. Radyoloji biliminin kurucusu Madam Curie 'nin insanlık adına laboratuvarda çalışmalarını yürütürken radyosyandan kanser olup ölmesi gibi, Nazım Hikmet, Yılmaz Güney gibi...
Özgün bir insanın, özgünlüğü önce kabul edilmiyor. Israrla kendini ve özgürlüğünü ortaya koyarsa onun bedelini öderken başına herşey geliyor. İnsanlar özgün insan olmak için uğraşırken bu uğraşıların bu çelişkilerin içerisinde kişisel hayatları da kaynatılmış oluyor. Sanırım bunda kendilerinin de büyük payı var. Bir çok tehdit var, tuzak var, kara delikler var.
Bir şekilde bunun içine düşüyor ve bundan kendini kurtaramıyor. Bunu ayıramıyor, kendi yaşamını ayırıp, ben yapacağımı yaptım diyemiyor. Kişisel yaşamını ayırabilen çok az insan var. Sanatçılar, edebiyatçılar,bilim adamları, akıl ve zeka da buna dahil Burda karışan şeyler neler ? Nasıl oluyor da insan bunları birbirinden ayıramıyor? Kendini adamakla kendini harcamak niçin birbirine karışıyor? Zaaf haline geliyor, abartıyor, indirgiyor, tek yöne indirgiyor,teke iniyor, tek haline geliyor. O tek, her şey haline geliyor. İnsanın kişisel yaşamını da yutuyor. Hepsini yutuyor. Bu zaaflar, bu eksiklikler, çarpıklıklar kişiyi öyle bir noktaya atıyor ki zaten bir daha dönemiyor.
Bu kişisel çatışma, özel yaşamın ayrılamaması güçlü gibi görünse de bu zayıflıklar bir çok insanın handikabıdır. Aşırı uçlarda olmak, kendini dengeleyememek, aşırı romantizm, idealizme kaymak, kabiliyet, zeka , öngörü sahibi olmak kişiyi durdurulamaz bir noktaya doğru götürürse insana zarar veren bir durum oluşabiliyor.
Şöhretin bireyin yaşamını içine alması, o paradoks içinde hayatını bitirmesi gibi, örneklersek Michael Jackson hayatını kurtaramamıştır. Sadece sahnede dans ederken kendim oluyorum diyordu. O kadarcık. Bir yazarın ölümsüz eserler verme idealine kapılarak tamamen bunun için yaşar hale gelmesi gibi, Honore'de Balzac örneği gibi. Bu yazıyı yazarken bir kez daha kendi yaşamıma baktım, bu kadar yaşadığım süre içerisinde acaba kendim için yaşadığım şey ne kadardır?
Bir oranlasam, ne kadar kendimi kurtarabilmişim, ne kadar kendim olabilmişim hatta kendim olarak kurtardığım şeyleri kendim olarak yaşayabilmiş miyim ? Çünkü toplumdan zor kopardığın bir şeyi kendin kullanırken de tehlikedesin, kendindeki ahlakında bir kısmı kendini koruyamıyor.
Bir insanın yaşamının değerlendirmesinde öyle çok şey var ki mesela bunlardan en önemlisi kişinin kendi yaptıklarının dışına çıkıp, dışardan bakabilmesi ki hayat yaşanırken çoğu kez dışardan bakılması pek mümkün olmuyor.
Yaşandıktan sonra dışından bakıyorsun ama o zaman da yaşanmış ve bitmiş oluyor. İşte bu yüzden, çok bilip az yanılgı payımız olsun istiyorsak, sorumluluklarını sürdürürken, herhangi bir etkinliği devam ettirirken hatada ısrar etmeden, doğruya ulaşmak, onu farkederek, sık aralıklarla onun dışına çıkıp ona bakmak ve yaşarken gözlem yapmak gerekiyor
. Bunları yapmazsan güç veren şeyin içinde kayboluyorsun ve bunların hizmetkarı oluyorsun.
25.04. 2014 İzmir / Firdevs ERSOY
Firdevs Ersoy
25/04/2014 10:33
Firdevs Ersoy